top of page
Ara

KARMA

  • Yazarın fotoğrafı: idil olgaç
    idil olgaç
  • 19 Tem 2021
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 19 Tem 2021

18.07.2021



ree

Bugün çok şey oldu. İnsan bazen, “Bir güne bu kadar çok şey sığar mı?” diyor içinden. Seferihisar, Sığacık’tayım. Bir bayram tatili. Çalışırken aldığım, üç ay önceki biletimle geldim. İki gün çok güzel ailemle geçti fakat bugün…


Sabah annemle denize gittik. Haşmet evde kalmak istedi. En yakın arkadaşı Faruk amca, çok hasta. Uzun zamandır. Ha bugün ha yarın diye beklediğimiz haber, sabah denizdeyken geldi. Koşarak eve döndük. Halbuki daha denize girememiştik ama kimin umurunda olurdu ki? Haşmet’in o ağlayan gözleri için dünyaları yakarım. Kimse benim yakınlarıma zarar veremez ya hani, nasıl kaldım öylece… Hiçbir şey yapamadım. Sarılmaktan başka ne yapılır ki böyle bir durumda? Ben de sarıldım. O bir hışımla İstanbul’a yola çıktı. Osman’a telefon açıp anlattım. Baş sağlığı diledi.


Aradan kırk beş dakika geçmemişti ki, Osman mesaj attı, “Anneannemi kaybettik.” O da beklenen bir haberdi, iyi değildi ama beklemekle olması arasında ince bir çizgi var ve hepimiz, her varlık, o ince çizgide ‘kaybetmeyi’ öğreniyor… Tam olarak kırk beş dakika önce baş sağlığı dileyen o adama biz baş sağlığı dilerken kendimizi bulduk. Hayat ne tuhaf değil mi? Ama bitmedi. Gün daha bitmedi…


Annemle baş başa kaldık. Ağlamadık ama asla da tebessüm edemedik. Belki ikisinden birini yapsaydık her şey daha iyi olacaktı... Akşama kadar oyalandık. Yemek yemedik, kahve içmedik. Öylece ot gibi bir şey, tuhaf bir ruh haliyle geçti saatler.


Annemlerin en güzel eşyaları tek tek dükkân için aldığım ve 'batık dükkânımın' malları. Görünce biraz hüzünlenmiş olabilirim ama içimden; “Hepsi helal para, hepsi bizim paramızla alındı,” diye geçirip durdum. Bu, o eşyaların kötü enerjisini pozitif yaptı…


Sonra annemle çıktık. Bira içmek istiyordum. Akrabamızın yerine gittik. Birkaç biradan sonra tuvalete gitmek istedim. Annem de arka bahçeyi göstermek için kalktı. Beraber gezdik. Her şey nasıl güzel, nasıl el emeği göz nuru anlatamam. Benim o batan dükkânın eşyalarının orada da olduğunu biliyordum ama kafamı sola çevirdiğimde eliyle kalp yapmış pandayı gördüm… Atlas Pasajı’ndan aldığım, duvar tablosu… Dükkanıma ilk onu asmıştım. Her şeyin çok güzel olacağına emin olduğum, hep onunla konuştuğum o pandayla göz göze geldim. Hala iki eliyle kalp yapıyordu bana. Gözlerim doldu… Dua ettim ve eminim ki o şanslı bir panda ve şimdi yerini bulmuş. Benimle mutlu değildi, ne yapsam da ben onu mutlu edememiştim. Şimdi mutluydu. Mutlu bakıyordu.


ree

Gece bitmedi.


Durmadan süren telefon trafiği ve gidenlere üzülen bizlerin, kalanların nasıl olduğunu merak etme ve endişe haliyle geçen saatlerdeydik. Hala ne annem gülüyordu ne de ben. Somurtmuyorduk da. Çünkü biz iyiliğe inanan insanlarız. Anneme de karmayı kabul ettirdim. “Bak,” dedim. “Bak annem bana yıllarca bahsettiğin aslında bu.” Annem de anladı.


O bir, ben üç bira içtim. Günün bitmesini istiyorduk ikimizde, birbirimize söylemeden…


“Kalkalım mı?” dedim. Kafasını salladı. Denize bakarak eve yürürken, sahildeki masalarda oturan birini gördüm. Zeynep. Kaç sene olmuştu görüşmeyeli? Ne zaman görüşmeyi kesmiştik? Nedendi?... Aslında aklımdan bunların geçmesi gerekiyordu ama aklıma sadece bir sahne geldi; Eski Göztepe’deki evimde karşı kanepede oturmuş bira şişesi elinde kafamız güzel, kahkahalar atıyoruz. Konu ne bilmiyorum ama çok komik ondan eminim... Hiç düşünmedim, direkt masasına gittim. “İyi akşamlar,” dedim. Yanındakilere bir şeyler anlatıyordu, kafasını çevirip bana baktı. O ifade tam olarak, ‘Aaa’ ifadesiydi. Masadan kalktı. Hiç konuşmadık ama sarıldık. “Ben senin story’lerini görüyorum,” dedi. “Ben de,” dedim. Annemi tanıdığı için onunla da selamlaştı. Havadan sudan konuştuk ama arada, “Sen ne yapıyorsun?” deyip durduk. Sabah Bodrum’a gidecekmiş, biz de eve gidiyorduk. “Telefonun aynı mı?” dedi. Telefonum da, evim de ‘artık’ aynı olduğunu söyledim ve biz eve geldik.


Düşündüm… Evet, ben kötüyü hatırlamam ama her kötüyü hatırlamam. İllaki bana bir şey olmasına gerek yok. Sevdiğim insanların, sevdiğim insanlarla arasında olanları da hatırlamam. Tabii ki aklımda bir şeyler oluştu ama “Eee?” dedim. “Ne kadar kötüydü ki?” Hiç. Hatta bu kadar ölümün olduğu bir günde belki de bu karmanın bir olayıydı. Belki görüşmem lazımdı. Belki de birilerine, bir sebeplerle ‘kendi kendime’ küsmemin saçma olduğunu anlatıyordu karma bana. Birileri gitti ama birileri geliyor diyordu. İtiraf etmeliyim ki yarın Bodrum’a gitmese, yarın onunla rakı içmek isterdim. Hem de çok. Çünkü bence konuşacak şeylerimiz var. Benim vicdanım hep rahat. Ben bile isteye birini kırdıysam da sebeplerini yüzüne söyleyecek cesaretim var. Evinde insanlardan saklanan ve ölüm-doğum olaylarında bile, hırsları ve bencillikleri için tevazu gösteremeyen o insanlardan farkım var...


İyi ki var. İyi ki karşılaştık. Bunun da bir sebebi var.


ree

Karma, karma diye kafayı yemedim ama daha yirmili yaşlarımın başında inandığım ‘İşaretleri takip et, yalan söylemezler’ düşüncemi şimdi toparlayıp ‘karma’ diyorum. Hayat bugün bana amcam gibi sevdiğim birini kaybetmemi, her şeyden çok sevdiğim birinin anneannesini kaybetmesinin üzüntüsünü yaşattı ama karşılığında yıllardır görüşmediğim birinle, hem de İzmir’de karşılaştırdı.


Hayat böyle bir şey. İki alıp, bir verir. Bazen bir alır, beş verir.


Sen işaretleri takip et, pişman olmazsın.


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


bottom of page