Göztepe! Ben Geldim. Nasılsın?
- idil olgaç
- 11 Haz 2021
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 May 2022

Cihangir kötü bir ev sahibi değildi. O benim hayalimdi. Hayalimi yaşadım. Şükürler olsun ki hayal ettiğim şeyleri her zaman yaptım. Tabii ki kolay olmadı, olamazdı da zaten. Çalıştım, çabaladım... Arkadaşlık da buna dahil. İyi bir arkadaş olmaya çalıştım ve mükâfatımı aldım. Bazen yanlış insanlara, büyük anlamlar verme durumum oldu. Bunun da karşına verdiğin sorumluluk olduğunu anladım. Kimisi kaldıramaz. Belki bazen ben de başkalarına yapmışımdır... Neyse, konumuz yeni bir sayfa. Buradan şaşmamalıyım. Riske atmaktan korktuğum her şeyi riske atarak yazıyorum bunları ve bundan pişman olmayacağıma inanıyorum. En kötüsü ne mi olur? Kapımı kapar susuz, elektriksiz yaşarım. Ama yaşarım!
İki kadeh rakı içmeden konuşmaya çekinirdim çünkü hep içince güzel cümleler kurardım. Ayıkken içimden beş kere tekrar etmeden bir cümle kuramazdım. Kendi kendime dedim ki; "Artık bunu yapabiliyorsun." Sonradan anladım aslında bu büyümekti. Bence büyüdüm. Annemlere göre otuz yedi, bana göre otuz altı yaşındayım. Rakamların hangisi doğruysa fark etmez, bu yılları ben yaşadım. İyisiyle, kötüsüyle... Şimdi sevilmek çok umurumda değil. Beni sevenler zaten fazlasıyla yeterli. Ben onlara, onları ne kadar çok sevdiğimi ispat etmeye, anlatmaya, göstermeye çalışıyorum. Bütün hayat gayem bu.
Göztepe... İki gündür düşünüyorum "ilkyuva" bir şarkı olsa ne olur diye. Bulamadım. Aklımdan "Pink Floyd-Set The Controls For The Heart Of The Sun" geçiyor sonra bir anda "Gripin-Sustukların Büyür İçinde" diyorum. Onları defettiğimde ise kendimi, "Yağ satarım, bal satarım, ustam ölmüş ben satarım…" söylerken buluyorum.
Eve ilk girdiğimde bambaşka bir evdi. Benim bıraktığım duvarlar yoktu ya da anneannemin günde beş kez sildiği lavabo da. Bina yıkılmış, yenisi yapılmış ve dört sene başkaları oturmuştu. (Ben yeni yapıldıktan sonra hiç gelip bakamadım. Kalbim acıyordu.) Cifledim, domestoslar döktüm. Sildim, yıkadım. Boyattım, taşıdım. Artık yine benim evim!
Ciflemek için cif almam gerektiğinden sokağı gezeyim dedim. Malum hiçbir bina eskisi gibi değil. Apartman isimlerine bakıp iç geçirdim. Sokakta oynadığım oyun arkadaşlarımı hatırladım. Acaba neredeler diye düşündüm. Belki evlendiler, belki hala oturuyorlar. Henüz bilmiyorum. Kafamı sola çevirdim, marketimin hala durduğunu gördüm. Elimde cif bir de domestos kasaya gittim. O olduğuna eminim ama maskeli ve saçları yok. Hani benim abi… Herhangi bir müşteri gibi yaklaştım. "Aa sen!” dedi. “Kaç sene oldu? On falan… Saçların değişmiş, kilo vermişsin." Ağzımdan bir tek; “Beni tanıdın mı?" çıktı. Maskemle sadece gözlerim gözükürken, "Tabii ki, gözlerden direkt anladım." dedi. Marketten çıkıp eve doğru yürürken ağlamaya başladım. Ama gülerek ağlamak. Ah! Ne kadar zamandır böyle ağlamamıştım... Koşarak eve geldim. Kapıyı kapatıp anneanneme, anneme, Haşmet’e ve -iyi ki- Osman'a dualar ettim. Özlem, Duygu ve Ayça’yı düşündüm. Hepimiz başka yerlerde ama aynı kalpteyiz. “Hadi kızlar siz de benimle olun.” dedim. Biraz daha ağladım ve evden çıkıp bahçeyi gezmek istedim.
Bizim çakıl taşlarıyla kaplı bahçemiz artık ağaçlı, yeşilli, çiçekli. Nasıl güzel kokuyor... Meltem'in elinde bıçakla bana gelip; "Kan kardeş olacağız. Bir daha küsmeyeceğiz." dediğini hatırladım. Kendi kolunu kesip sonra benimkini de kesip kollarımızı birbirine yapıştırmıştık. Otuz sene oldu hala küsmedik. Karateci kız Meltem. Parende atan, ele avuca sığmayan Meltem’in şimdi iki çocuğu var…
Cihangir'de olan Cihangir de kalır dedim ve eşyalarımı bırakıp geldim. Annemlerin eşyalarını aldım. Eskilerin de yenisini. Ben kendime bir dünya kurdum. Yeni ama eski. İkinci günüm ve yine anneannem burada. Halbuki Cihangir'de ağlarken hiç yanıma gelmezdi. Bana küstüğünü zannediyordum, oysaki sadece kızgınmış. Allah onun şerrinden korusun. (Tıpkı benimki gibi. Genetik bazı şeyler.) Ama bana insan olmayı öğretti. İyilikten başka her şey yalan. Ben deneyimledim, anneannem haklı keza annem gibi… Sadece ben "güncelleme"leri aldım. Kötüye artık müsamaham yok. Kimse benim tırnağımın ucunu kıramaz.
Her şey bir yana baktığımda; hala sabah altıda kalkıyorum. Ama şimdi başka şekillerde kalkmak için sebebim var. Uyandığına, iyi olduğuna emin olmak istediğim insanlar var. Annem, Haşmet, sevgilim ve dostlarım… İyi ki varlar, hep olsunlar. Onlarsız ben de yaşayamam.
Bu yaşıma kadar nereli olduğumu asla bulamadım. Bir yerde doğdum, büyüdüm ama bir yerde âşık oldum, içtim, eğlendim. Her lafıma her ne taraftaysam “ben aslında karşının taksisiyim” diye başladım. Gerçekten her neredeysem öyle dedim. Sürekli içimden "Neresi?" dedim. "Neresi lan benim memleketim!" Masalarda isyan ettim, “İstanbullu olmak çok zor,” diye. “Köyüm yok. Köyüm Kadıköy. Maksimum yapacağım bu,” dedim. Şimdi tam olarak oradayım. Sanki bu hep zorlama olacaktı. Mecbur kalıp da buraya gelecektim. Yoo! Öyle olmuyormuş. Kaçmaya çalıştığım çocukluk travmalarım zannederken aslında yaralı bir şekilde çok yanlış insanlarla tanışmışım. Anlamışlar ve daha çok üstüme gelmişler. Bilmişler ben nasıl biriyim ve beni nasıl kullanırlar. Ne kötü değil mi? Ben olsam kollarımla sarar, göğsüme bastırırdım. Bana öyle yapmadılar ama ben yine de hakkımı helal ediyorum ve hiçbir helallik beklemiyorum.
Herkes bir savaşın içinde ve herkese ne öğretilirse ya da ne gördülerse onu yapıyorlar. Herkes kendini “en çok” sanır, ben de öyle sanırdım. Hayatlarında en güvenecekleri anne ve babalarının onları terk ettiği -bile isteye- çocuklar geldiler bizim travmalarımız oldular. Şahsım adına ben de öyleydim ama kimseye bela olduğumu düşünmüyorum.
“Her nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir" der, Charles Baudelaire. Ben de hep bunu hissettim. Artık hissetmemeyi kendime öğretiyorum; "Merak etme sen uyurken herkes çok eğlenmiyor." Gerçek eğlence bu değil. Yeni defterleri, yeni yazıları seviyorum. Radikal kararlar, cesaret! Aklımda kalacağına midemde kalsın, neden son lokmamı yarına saklayayım?
Mesela taşınma olayı çıktığından beri eski şarkıları dinliyorum. Yine o tadı veriyor ama daha büyük. Daha "vay be! Helal sana" gibi. Sadece daha parlak. Eskiden hep karanlıktı. Pembe halıda gidip gelen siyah saçlı kız değil, elleri kırışmaya başlayan ama hala güler yüzlü o kadınım. Meğerse eski şarkıların Cihangir'de bir manası yokmuş. Dinlemek isteyip, çok sevip, hızlı geçtiğin, "dur ağzımızın tadı bozulmasın" hissiymiş. Tıpkı sırtımı sonuna kadar bile bile yasladığım insanlar gibi. İyi ki olmuş. Ya olmasalarmış? Hala aptaldım. Hala savunmasızdım. Karanlıktan korkmamayı bile öğrendim. Bir tek hala yüksekten korkuyorum. Yüksek insanlardan da. Yalan yüksekliklerden de.
Ben hep gözümün önüne o bardağı getiriyorum. Dolu. Hep daha çok dolu. O yüzden şimdi korkmuyorum.
Artık görünmez olmak için karanlığa ihtiyacım yok. Artık görünür olmak istiyorum. Anlatacaklarım var. Susmayacağım!
Eski günleri özleyip, yeni günler yaratacağım. Bağıra bağıra, kırışıklıklarımla, varlığımla, kendimle.
İyi ki vardın Cihangir. İyi ki oldun. Her ne yaşadıysam da, tek tek adını yazamayacağım çok iyi arkadaşlarım oldu. Bazen ben onlara yaslandım, bazen onlar bana. Ama ben kiracılığımı hatasız geçirdim.
Şimdi ev sahipliğine dönüş yapıyorum; Tekrar hoş geldim! Yeşile, çiçeğe, sessizliğe...



Herseyin en iyisine layiksin. Ruhu naif,vicdani bol,cicege bocege,her canliya saygili canim kizim.Sağlikli,mutlu,basarili uzun õmūr diliyorum.
Keyfim,gururumsun...💖💖💖💖💖
Ulan çok iyi be, sanki ben taşınmışım gibi bir his...